Nefise Abalı
Senarist, Eğitimci
10.12.2016
1985 yılında İzmir’de doğdum. 5 yıldır animasyon senaristliği yapıyorum. Lisans eğitimimi Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde, yüksek lisans eğitimimi ise Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü’nde tamamladım. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde pedagojik formasyon eğitimi aldım. Kendimi bildim bileli sıkı bir okur yazarım. Üniversite yıllarında buna film izlemek de dâhil oldu. 2003 yılında Kum Dergisi’nin Yaratıcı Yazarlık kursuna katıldım. Hasan Ali Toptaş ve Cemil Kavukçu gibi öykü ustalarından ders aldım ve onların beğenisi kazandım. O tarihlerde öykülerimi yayınlamaya başladım. Sabahattin Eyuboğlu Öykü Yarışması’nda 2004 yılında üçüncülük, 2005 yılında yılında ise birincilik ödülü aldım. 2006 yılında Ankara Üniversitesi 60. Yıl Yazı ve Şiir Yarışması’nın kısa öykü dalında birincilik ödülüne layık görüldüm. Öykülerim ve yazılarım Lacivert, Yalınayak, Patika, Feminist Politika, Bugünden Edebiyat, Sözcükler, Fil, Edebiyat Haber, Animasyon Gastesi gibi çeşitli dergilerde yayımlandı.
Animasyona ilginiz ne şekilde başladı? Sizin için ne ifade ediyor ve bu mecrayı neden seçtiniz? Etkilendiğiniz, size hocalık yapan isimler oldu mu?
Animasyon senaristliğine başlamadan önce bir yayınevinde ve bir dergide editörlük yapıyordum. Yayınevinde daha çok ilköğretim öğrencilerine yönelik çocuk kitapları üzerine çalışıyordum. Animasyon tesadüf eseri hayatıma girdi. Yakın bir arkadaşım animatörlük yapıyordu. Sohbetler esnasında hikâyelere bakışımı ve güzel detayları yakaladığımı gören arkadaşım “sen çizgi film senaryosu yazsan çok güzel yazarsın” diyordu. Tabii bunu sadece iltifat olarak görüyordum. Bana birkaç kez senarist aradıklarını söyledi. Hatta onlara başka arkadaşlarımı yönlendirdim. Birkaç yıl sonra iş aradığımı söylediğimde tekrar senaristlik konusu gündeme geldi. Ben yapabileceğimi düşünmüyordum, “ öykü yazarıyım, ne anlarım senaryodan” diyordum. Arkadaşım o an elimdeki CV’lerden birini aldı ve “yarın bizim patrona göstereceğim” dedi. Ertesi sabah erkenden beni aradı ve stüdyoya çağırdı. Yönetmen elindeki bir senaryonun son sahnesini yazmamı istedi. Yazdıktan sonra da çok beğendi. O gün çok eksiklerim olduğunu biliyordum ama senaryonun da temelde öykü kurmaktan geçtiğini öğrenmiş oldum. Bu mecrayı neden seçtim? Açıkçası yazmayı çok seviyorum. Öykü yazarken sınırlarımı aşmaya, farklı bir anlatım dili yakalamaya çalışırım. Animasyon bana bu imkânı sunan bir alan… Masalları, bilimkurguyu ve fantastik hikâyeleri çok severim. Çocuklar da çok seviyor. Neden onlara sevdiğim hikâyeleri anlatmayayım ki dedim. Zaten ilk projem bilimkurguydu. Heyecan vericiydi benim için. Hem senaryo benim için yeni, hem de animasyon… Bambaşka bir tür, bambaşka bir iş… Mutlaka bunu denemeliydim.
Ne tip hikayeler anlatmayı seviyorsunuz, filmlerinizde temel bir tema ya da dert var mı? Bir filmi yapmaya, oluşumuna katkı sağlamaya sizi motive eden nedir?
Bilimkurgu ve fantastik hikâyeler yazmayı seviyorum. Genel olarak yazdığım senaryolara bakınca ayrı bir evreni olan dünyalar yarattığımı görüyorum. Bu senaryolar benim yazdığım ama henüz çekmecede bekleyen senaryolar. Senaristliğini yaptığım ve yayınlanan animasyon dizileri ile kısa filmler daha çok ısmarlama işlerdi. Hikâyenin ana fikri, çatısı, karakterleri belli olan hikâyeler… Ben bu projelerde sinopsisleri oluşturan ve bölüm senaryosunu yazan kişiyim. Ki bazen sinopsis bile ısmarlama gelebiliyor. Dolayısıyla bana sunulan imkânlar ölçüsünde senaryoları yazıyorum. Temel derdim şu, şaşırtmak! Hâlâ her şeye şaşıran, her hikâyeyi heyecan ve merakla dinleyen biri olarak yazdığım senaryoyu okuyan ya da o filmi izleyen kişilerin de şaşırmasını istiyorum. Her şeyi kanıksadığımız, her şeyi rutinleştirdiğimiz şu dünyada çocuklar şaşırma duygularını törpülemesin istiyorum. Yetişkinler de çocuklar gibi şaşırma duygularını muhafaza etsinler istiyorum.
Kullandığınız özel bir teknik ya da stil var mı? Varsa nasıl oluştu, gelişti? Sizi en iyi ifade eden filminiz, çalışmanız?
Hiç olmadı. Yani yayınlanma anlamında. Yazdıklarım var elbet. Ama dediğim gibi çekmecede bekliyorlar. Hem sanırım çekmecedekilerin de beni en iyi ifade etmesi zor gibi… Çünkü bir saat önce heyecanla yazdığım, onu yazdığım için hoplayıp zıpladığım bir metin, bir saat sonra “öff bunu mu yazmışım” dedirtebiliyor.
Kimler ya da neler size ilham veriyor? Favori, en sevdiğiniz animasyon filmler?
Laika Animasyon Stüdyosu’nun bütün filmleri ve Cartoon Network’teki kimi çizgi filmler bana hep ilham vermiştir. Ya da tam tersi… Onları izlerken bir yandan “işte ben de böyle bir çizgi film yazmalıyım” hissi geliyor, kafamda fikirler uçuşuyor, bir yandan da “ama ben bu kafaya ulaşamam ki” hissi peşimi bırakmıyor. Gerçi bir hocam bu gelgitleri yaşanmazsa iyi bir eser ortaya çıkmaz demişti ama, bilemiyorum. Borges’in öykülerini okuduğumda nasıl heyecanlanmıştım, şu an bunu yazarken bile o heyecanı iliklerimde hissediyorum. Ama Borges’i okuduktan sonra öykü yazmayı bıraktım. Böyle muhteşem öyküler varken benim zavallı öykülerim ne işe yarardı ki? Bir de kimi masallar ve öyküler bana ilham verir. Şifa gibidir. Dua gibidir. Onarır, yeni bir hikâyeyi başlamama izin verir. Kim bilir belki ilham sandığımız şey bir patlama an’ı değil, bir sakinleşme, iyileşme an’ıdır.
Kadın olmanızın animasyon alanında size eksi ve artıları oldu mu? Olduysa neler?
Kadın olmanın bir artısını görmedim hiç. Eksi durumlar yaşadım diyebilirim. Ama bu sadece kadın olduğum için olmayabilir. Çünkü benim bir dezavantajım daha var. Edebiyat alanından animasyon alanına girdiğim için ilk zamanlar pek ciddiye alınmadım. Ki yazarlıktan, senaryodan söz ederken bile… Türkiye’deki animasyon sektörü erkek ağırlıklı bir dünya… Bu erkeklerin de bazılarının egosu yüksek… Dolayısıyla bu tarz erkeklerle baş edemeyip kabuğuma çekildiğim dönemler olduğunu biliyorum. Animasyon dünyasına ilk girdiğimde storyboard’tan render’a kadar her şeyi öğrenmeye çalıştım. En azından nasıl yapıldığını, ne kadar sürdüğünü ve işin zorluk derecesini biliyorum. Bunları bilmemin senaryoya katkı sağladığı da çok açık. Çalıştığım bazı yönetmenlere süreci bildiğimi belli etsem de ciddiye alınmadım. En bariz yaşadığım şey şu. Yönetmen senaryoma rahatlıkla müdahale edip bana bununla ilgili bilgi vermezken diğer süreçleri yürüten erkek sanatçılara danışmadan hiçbir şeye müdahale etmemesi. Tabii burada malzemenin senaryo olması da dezavantaj. Malumunuz, herkes okur yazar. Dolayısıyla bir senaryodaki diyaloğu düzeltmek her okur yazarın yapabileceği bir şey.
Animasyon için gerekli gördüğünüz altyapı sinema mı, grafik tasarım mı? Ya da ne? Sizce animasyon eğitiminin olmazsa olmazları neler?
Bu soruyu cevaplamam zor. Çünkü uzmanlık alanım canlandırma değil, canlandırma senaryosu. Ama çizgi film ya da animasyon senaryosu eğitiminin olmazsa olmazlarının ne olduğunu söyleyebilirim. Öğrencinin iyi bir okur ve filmsever olmaya teşvik edilmesi… Okur derken sadece kitaplardan söz etmiyorum, senaryo da okumalı senarist. Hatta en çok senaryo okumalı. Filmler okul gibidir. “Dağ görgüsü kazanır, Ağrı’yı bir kez görse de kişi. Marmara’dan yirmi yılda çıkaramayacağı gerçeği, okyanusu beş dakika seyretmekle kavrar” demiş Cemal Süreya. Filmler de aynen böyle… Bir senaryo kitabında sayfalarca anlatılan “diyalog yazımı” konusunu, doğru filmleri izleterek çözebilirsiniz. Ders verdiğim dönemlerde öğrencilerim ayda bir iki film izleyebildiklerini söylemişlerdi. Ödevlerden ve derslerden vakit bulamıyorlarmış. Oysa ben her gün iki film izlerim. Hiçbir şey izleyemiyorsam bir kısa film mutlaka… Ben de onlara film izleme ödevleri vermeye başladım. Biliyorum şimdi faydasını görmese bile bir iki sene sonra senaryo yazarken sezgisel olarak yolunu bulacaktır.
Türkiye’de animasyon sektörü var mı? Sektör ya da ortamın geçmişi ve bugününü nasıl değerlendiriyorsunuz? Farklar ya da ilerleme oldu mu?
Türkiye’de eğitim anlamında önemli adımlar atılmaya başlandı. Ama aynısını sektör için söyleyemeyeceğim ne yazık ki. Beş yıldır bu işin içindeyim ve grafik giderek düşüyor. Özellikle dizi sektöründe… Hem içerik hem kalite olarak daha kötü işler çıkıyor. Oysa daha iyiye gitmesi beklenirken… Bu bir de kısır döngü yaratıyor. Kötü iş, daha kötü bir işe evriliyor. Umarım eğitim kısmı geliştikçe sektörü canlandırır ve daha nitelikli işler ortaya çıkar. Uzun metraj filmler anlamında da iyi işler çıkmadı pek. En son Kötü Kedi Şerafettin biraz çıtayı yükseltti. Animasyonlar, konseptler, modeller şahaneydi ancak onda da hikâye olarak sıkıntılar vardı.
Türkiye ve dünyada animasyon geleceğinde neler bekliyorsunuz?
Dünyada animasyon güzel bir noktada zaten. Özellikle belli başlı animasyon stüdyoları her sene çıtayı yükseltiyor. Örneğin, Laika Animasyon Stüdyoları her yeni filmiyle bir öncekini geçiyor. En son izlediğim Kubo filmi için, izlediğim en iyi filmlerden biri diyebilirim. Ben 2D ve stopmotion filmleri daha çok seviyorum. Umarım bu tarz filmler daha çok çekilir ve birbirinden güzel hikâyeler anlatılır.