Animasyonun Kadınları

İdil Ar Uçaner

Animatör, Yönetmen

21.03.19

1979, Istanbul doğumluyum. İlkokuldan başlamak gerekiyor mu bilmem ama Nilüfer Hatun İlkokulu’nda okudum. Daha sonra Cağaloğlu Anadolu Lisesi’ni bitirdim. 1998 yılında ise Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı’nı kazandım. Hiç unutamadığım bir hikayem vardır bununla ilgili… Lisede bir resim hocamız vardı. Ne çizsem mutlu edemiyordum kendisini 🙂 Bana bir gün ”güzel sanatları kazanabilecek yeteneğimin olmadığını, boşuna uğraşmamam gerektiğini” üstüne basa basa söyledi. Sonuç olarak üniversitedeki bölümümü üçüncülükle kazandım. Bu da hayatımda komik bir hikaye olarak bir köşede kaldı.

Yaklaşık 13 senedir de animasyonla uğraşıyorum…

Animasyona ilginiz ne şekilde başladı? Sizin için ne ifade ediyor ve bu mecrayı neden seçtiniz? Etkilendiğiniz, size hocalık yapan isimler oldu mu? 

Animasyona ilgim çocukluk yıllarımda başladı. Babam sıkı bir animasyon takipçisidir. Birlikte özellikle Pazar sabahları, keyifle seyrettiğimiz günleri hala gülümseyerek hatırlıyorum. Ayrıca sinemaya da sık sık giderdik birlikte. Ama animasyon ”üretme” fikri çok uzun bir süre sonra düştü aklıma! Belki etrafımda bir örnek görseydim çok daha önce başlardım… Animasyonu profesyonel anlamda düşünmem ilk olarak Berlin’de Endüstriyel Tasarım yüksek lisansımı yaptığım zamanlara denk geliyor. Okuldaki eğitim sistemi disiplinlerarası olduğu için, farklı dallarda projeler üretmeme neden oldu, bununla birlikte farklı dallardan arkadaşlarım da oldu. Bölümümden tam olarak mutlu değildim ve beni gerçek anlamda mutlu edecek bir şeyle uğraşmak en büyük hayalimdi. Gerek oradaki tecrübelerim gerekse arkadaşlarım beni yavaş yavaş animasyona doğru yönlendirdi diyebilirim. Berlin’deki eğitimim en çok bunu keşfetmeme yaradı sanırım.

Animasyonda gerçek anlamda insanlara faydalı olabilecek ve özünde samimiyet olan şeyler yapabileceğime olan inancım benim ilk motivasyon noktam oldu. Bir yandan görsel ifade biçimi anlamında o kadar özgür ve sınırsız bir alan ki bu beni her zaman heyecanlandıran bir unsur oldu. Hala her projeye başlarken kendimi sıfırdan başlayan birisi gibi hissetmek ve o heyecanı yaşamak beni çok iyi hissettiren bir şey.

Ben ilk derslerimi sevgili Başar Muluk’tan aldım ve hala da kendisine müteşekkirim bana öğrettikleri için. Yüksek lisansımı yarıda bırakıp, İstanbul’da bulduğum bir animasyon stajında tanışmıştık kendisiyle. Büyük bir sabırla bana 1 yıla yakın süren bir Cell animasyon eğitimi verdi. Daha sonra Fransa’da aldığım bir eğitimde Kyle Balda ile tanışma fırsatım oldu. O da animasyonun püf noktalarını anlamamı sağlayan bir mentordur benim için. Danimarka’daki eğitimimde çok farklı hocalarım oldu ve hepsinden ayrı ayrı çok değerli şeyler öğrendim diyebilirim. Ayrıca iki kısa filmimi de Cemal Erez’in danışmanlığında yürüttüm. Bu süreçte ondan ve Canlandıranlar ekibinden çok şey öğrendim! ”Canlandıranlar” ile karşılaşmak animasyon hayatımda çok farklı kapıların açılmasına yol açtı.

Animasyon yapımında üstlendiğiniz görev nedir? Senarist, yönetmen, yapımcı, animatör, karakter tasarımcısı, …?

Aslında en başlarda bu saydıklarınızın hepsinde görev aldım, fakat zamanla çalıştığım alanları biraz daralttım. Şu anda kendi kısa filmlerimin senaryolarını, animasyon yönetmenliğini ve tasarımlarını yapıyorum. İnandığım ve bir parçası olduğum bazı işlerin yapımcılığını da üstleniyorum. Fakat projeye göre bu dağılım değişim gösterebiliyor. Çok katı bir duruşum yok bu anlamda. Ekip çalışmalarından da ayrı keyif alıyorum ve farklı insanlarla çalışmaktan hoşlanıyorum.

Ne tip hikayeler anlatmayı seviyorsunuz, filmlerinizde temel bir tema ya da dert var mı? Bir filmi yapmaya, oluşumuna katkı sağlamaya sizi motive eden nedir?

Şimdiye kadar ”çocukluk” , ”yaratıcılık” ve ”doğa” odaklı oldu hikayelerim. Bir şekilde bunları insanlara anlatmak gibi bir dert oldu içimde. Bir yandan kendime de iyi gelen bir süreç oluyor film yapım aşaması. Film yaparken kendi içinizdeki yaraları da sarabiliyor ya da hatırlanması gereken güzel şeyleri su yüzüne çıkartabiliyorsunuz. Sonuçta tüm tema veya dertler ilk önce kendi içimden, bir şekilde kendi hikayelerimden çıkıyor. Samimiyetin her zaman seyircinin hissedebildiği bir şey olduğuna inanıyorum. O yüzden kendimden çıkan hikayeler de onları daha samimi bir şekilde aktarmama neden oluyor. Sizin hisleriniz seyirciye geçmeli yoksa hiçbir anlamı kalmaz film yapmanın… Canlandıranlar Festivali’nin katılımcılarından Jean François Laguionie’nin söylediği lafı hiç unutmuyorum; ” Kısa animasyon filmi aslında şiire çok benzer. Orada uzun metrajdan çok farklı kurallar işler ve aslında en önemli şey oradaki histir ve onu seyirciye o kısa sürede aktarabilmektir” demişti. Film yaparken ben de odağımı bu noktada tutmaya çalışıyorum.

Kullandığınız özel bir teknik ya da stil var mı? Varsa nasıl oluştu, gelişti? Sizi en iyi ifade eden filminiz, çalışmanız?

Teknik anlamda konuşacak olursak ben 2 boyutlu animasyon üretiyorum ve başından beri de kendimi ona daha yakın hissediyorum. Çizim yapmak hep çok zevk aldığım bir şeydi ve bu şekilde de devam etti. Farklı dokuları, farklı renkleri ve tarzları denemekten, kendimi zorlamaktan keyif alıyorum. Bence her film ve her proje kendi dilini arar. Bir stile fazla bağlı kalmak pek doğru gelmiyor o yüzden bana.

Şu ana kadar beni en iyi ifade eden çalışmam sanırım ”Bahçe” oldu. Orada geliştirdiğim teknik de zorlayıcı ve sabır gerektiren bir sürecin sonucunda doğdu. Suluboya ve animasyon ikilisi pek de kolay sonuç alınan bir şey değilmiş, onu görmüş oldum! Ama bunu zorlamak da bana yeni bir teknik geliştirmemi sağladı. Ve sonucundan da çok memnun kaldım. Bir yandan bilgisayar dışında çalışmak ve boyayla kağıda daha fazla dokunmak bana çok iyi gelmişti bu aşamada. Gerçekten severek ve keyif alarak yaptığım bir film oldu ”Bahçe”.

Filmlerinizde sizce en önemli unsur nedir? Senaryo, müzik, karakter tasarımı seslendirme, görsel dünya, …?

En önemlisi senaryo bence. Onu doğru tasarladıktan sonra, gerisinin akması daha kolay oluyor. Diğer tüm aşamalar birbiriyle bağlantılı, birbirinin gücünü perçinleyen ve bence aynı değerde ögeler. En keyif aldığım aşama ise görsel dilinin oluştuğu kısımlar ve daha sonra üzerine gelen ses ve müzikle o projenin nasıl can bulduğunu görmek.

Filmlerinizde ekip arkadaşlarınız kimlerden oluşuyor?  Belirli isimlerle mi çalışıyorsunuz? Ekip arkadaşı seçimlerinizi neler etkiliyor? 

Genelde çekirdek bir grubum oluyor. Güvendiğim ve çalışma tarzını bildiğim kişilerle çalışmayı tercih ediyorum. Projeye göre bu kişilere yenileri de eklenebiliyor ki bu da yapılan işe renk katan bir şey bence. Ekip arkadaşlarımı seçerken, işine ne kadar saygı duyduğu, özeni ve zamanlama konusundaki titizliği benim için belirleyici unsurlar oluyor. Bir de projeye inanması da önemli, çünkü genelde süreçler çok kolay olmuyor ve bu zorluklara dayanıp, ortaya içinize sinen bir şey çıkarabilmeniz için en önemli şeylerden biri o projeye olan inancınız oluyor.

Kimler ya da neler size ilham veriyor? Favori, en sevdiğiniz animasyon filmler?

Hem festivallerden hem de internetten yeni üretilen kısa ve uzun metraj filmleri yakından takip etmeye çalışıyorum. Genelde Fransa, İngiltere ve İrlanda’da çalışmalarını beğendiğim firmaların işlerini takip ediyorum. Animasyon dışında aslında bir çok şey ilham kaynağı olabiliyor. Çok farklı dallarda üretilen işler hiç ummadığım bir anda farklı kapılar açabiliyor. Veya yaptığım herhangi bir yolculuk. Özellikle yolculukların, farklı yerler görmenin insanın içinde bambaşka yolların açılmasına sebep olduğuna inanıyorum. Bir başka ilham kaynağım ise” doğa”. Doğayı incelemeye başladığınız zaman ne kadar mucizevi tasarımlar olduğunu ve onlardan öğrenilecek çok şeyin olduğunu görüyorsunuz. Doğayla sürekli bağlantıda kalmak ve şehirden zaman zaman uzaklaşmak kendi hayatımın da çok önemli bir parçası.

En sevdiğim filmler arasında; Song of the Sea, The Red Turtle, A Cat in Paris, Chico and Rita, Persepolis, The Triplets of Belleville, Corpse Bride, Fantastic Mr. Fox, Tokyo Godfathers, Louise by the Shore, Ratatouille ve Up bulunuyor. Ayrıca tüm Miyazaki filmlerini de eklemem gerek…

Türkiye’de ise Gökalp Gönen’in işlerini beğeniyle takip ediyorum.

Kadın olmanızın animasyon alanında size eksi ve artıları oldu mu? Olduysa neler?

Gene ilginç bir hikayem var bu konuyla ilgili 🙂 Şimdi şirket ismi vermek istemiyorum ama, ilk staj yaptığım şirket diyelim… Orada inanılmaz heyecanlıyım ve sonunda yapmak istediğim şeyi bulduğumu düşünüyorum… Gece gündüz öğrenmek için çabaladığım zamanlar. Sanırım 9 ay kadar staj yaptım orada ve birgün şirketin patronu beni yanına çağırdı. İnanılmaz heyecanlanmıştım acaba sonunda iş teklifi mi gelecekti…. Bana ” Bu sektörde zaten fazla kadın olmadığını, dolayısıyla bana uygun bir ortam olmadığını ve potansiyelimi belki de bu sektörün Müşteri İlişkileri kısmında değerlendirmem gerektiğini” söyledi. Başımdan aşağı kaynar sular döküldüğünü hatırlıyorum. Bu benim için bir süreliğine çok moral bozucu bir anıydı, ama sonrasında tam tersi daha da inatla asıldım sevdiğim şeye. O yüzden kendisine de katkılarından dolayı ”teşekkür ediyorum”.

Onun dışında girdiğim şirketlerde kadın ”yönetmen” olarak ekibin başında olmak gene çok kolay bir tecrübe olmadı benim için. Her sektörde olduğu gibi burada da ”kadından direktif alamamak” gibi bariyerleri olan erkeklerle karşılaştım ben de. Ama bir şekilde her şey olması gereken yola girdi ve rayına oturdu. Ben yaptığım işe ve özenine odaklandığım sürece bunlar problem olmaktan çıktı. Kadın yönetmen olmanın faydası ise belki de dikkat çekmek 🙂 Çünkü parmakla sayılacak kadar azız Türkiye’de ve bunun çok değerli olduğuna inanıyorum. Onun dışında tabi ki de film yaparken bir takım kadınsal içgüdülerim devreye giriyor ve bu duygular benim bambaşka yerlere sürüklenmeme yardımcı oluyor. Sonuçta herkesin yaratım süreci ve yolu bambaşka, bunu kadın ve erkek olarak net bir şekilde ikiye bölmek de bana çok doğru gelmiyor… O yüzden de net bir şekilde artılardan söz edemeyeceğim sanırım.

Animasyon için gerekli gördüğünüz altyapı sinema mı, grafik tasarım mı? Ya da ne? Sizce animasyon eğitiminin olmazsa olmazları neler?

Ben kendi adıma konuşacak olursam; Endüstriyel Tasarım okudum ve sonra üzerine animasyon eğitimi aldım…Tasarımın çizimlerimde ve düşünce şeklimde çok farklı kapıları açtığını gördüm. Sinemayı yakından takip ettim hala da ediyorum. Fotoğraf da ayrıca ilgi alanımda ve kendim de çekmekten büyük keyif alıyorum.

Animasyon birçok disiplinin birleşimi gibi aslında. İçinde resim, fotoğraf, heykel, müzik, ses tasarımı, mimari gibi dalları barındırıyor. Dolayısıyla ne kadar geniş bir ilgi alanınız varsa size de o kadar faydası dokunuyor.

Türkiye’de animasyon sektörü var mı? Sektör ya da ortamın geçmişi ve bugününü nasıl değerlendiriyorsunuz? Farklar ya da ilerleme oldu mu? 

Türkiye’de animasyon sektörünün geliştiğini aslında genç kuşağa bakarak anlayabilirsiniz. Benim üniversite yıllarımda animasyon pek lafı geçmeyen, gençlerin kazanmayı düşünmediği bir daldı. O zaman daha çok ”tasarım ve mimarlık” üzerine konuşulurdu. Şimdi ise etrafımda genç kuşakta inanılmaz bir talep olduğunu görüyorum. Ve bunu sevinçle karşılıyorum. Gençlerin böyle düşünmesine tabi ki de animasyon sektörünün daha dikkat çekici olması, daha görünür bir hale gelmesi sebep oldu. Animasyon dernekleri, festivalleri ve destekçileri çoğaldı ve dolayısıyla okullarda da daha fazla animasyon bölümleri açılmaya başlandı. Bunun gibi olumlu gelişmelerin olmasıyla birlikte maalesef  bu sektörün hala yeterli derecede destek gördüğü de söylenemez. Burada kısa filmciler olarak distribütör ve sponsor eksikliği çekmekteyiz. Henüz yurt dışındaki gibi bir sistem burada oturtulamadı ve biraz kendini yalnız hissetmek gibi dertlerimiz var. ”Canlandıranlar Yetenek Kampı” nın ise sektöre desteği görmezden gelinemez. Kurulduğu günden bugüne bünyesinde birçok kısa film üretildi, gençlere destek olundu ve Türk animasyon sinemasına çok değerli filmler katıldı.

Türkiye ve dünyada animasyon geleceğinde neler bekliyorsunuz?

Dünyayı ve insanları güzelleştirmeye devam etmesini bekliyorum 🙂 Başka bir beklentim yok.

Bu site, reCAPTCHA ile korunur; Google Gizlilik Politikası ve Hizmet Koşulları geçerlidir.

Animasyonun Kadınları
İstanbul, TR