Animasyonun Kadınları

Meral Erez ve Cemal Erez

Yönetmen, Senarist, Animatör, Eğitimci

2007

Akademi’nin grafik tasarım ve resim bölümlerinden mezun olduğunuzu biliyorum. Kendinizi ifade etme yolu olarak neden animasyonu tercih ettiniz?

ME: Biz akademide okurken sanki bir sinema okulundaymışız gibi düzenli film gösterimleri olurdu. Sinemanın altın çağıydı. Sonradan Türk Film Arşivi olan Klüp 7’de. Hem klasikleri hem de yeni filmleri izlerdik orada. Tabii İtalyan ve Fransız Kültür, Sinematek de var. Dolayısıyla sinemayla büyük bir yakınlığımız vardı. Doğal olarak kendi işlerimizi yaparken bir yandan da sinema düşünmeye ve sinema için fikirler üretmeye, senaryolar yazmaya başladık. Sinema yapmaya kesinlikle karar verdiğimiz 1970li yıllarda Yeşilçam sineması vardı. Ancak orasının işleyiş anlamında bize uygun olmadığını düşündük. Oranın içine girmek için uzun bir süreç gerekliydi. Oysa biz heyecanlarımızı hemen kusup ortaya bir şeyler çıkarmak niyetindeydik. Böylece biz sinema yapmak istiyorsak illa yaşayan değil de çizgi aktörlerle bu işi yapalım istedik. Dolayısıyla çizim tekniğimiz ve kabiliyetimizi, biçim arayışlarımızı sinema bilgimizle birleştirerek neden yapamayalım dedik. Ve böylece animasyon için animasyon yapanlardan ayrılarak bu işe başlamış olduk. Genelde dünya üzerindeki animasyon mizahla ilişkilendirilir. Animasyonun geleneğidir adeta. Ancak 1960 ve 70lerde Doğu Avrupa’da bir fikrin üzerine inşaa edilen animasyonlar yapılıyordu. Biz de bir fikri sinema diliyle ancak çizgi kullanarak anlatmayı benimsedik.

Peki teknik anlamda zorlandınız mı?

Cemal Erez: Hayır. Kendi kendimize deneyip yanılarak ancak genel kuralları, hareket analizlerini kitaplardan takip ederek uyguladık. Merak ve heves varsa oluyor zaten. İlk olarak, kartondan kestiği geometrik şekiller ile ticari animasyonlar yapan Filmar’ın sahibi Vedat Ar’ın atölyesinde giriştik bu işe. Bizi bütçe anlamında cesaretlendiren de Sezer Tansuğ idi. Bir paket dosya kağıdı, iki ışık, bir kamera bu iş yapılır dedi. Ar’dan teknik bilgi anlamında da bilgiler aldık.

Daha sonra, Meral İtalya Urbino’da, ben de Paris’te Art Deco’da animasyon okudum. Meral daha sonra Paris’te bir de sinema okuluna devam etti. Dolayısıyla başladıktan sonra da okul anlamında eğitimimize devam etmiş olduk animasyon alanında. Akademide aldığımız eğitimde bize çok fayda sağladı. Neticede yaptığımız iş çizime ve kompozisyona dayanıyordu.

Sergide yer alan çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Serginizide var olan çalışmalar da ortak noktalar neler?

ME: 1983 ve 2002 yılları arasında yapılan filmler ve son animasyonumuz olan Satranç sergide yer alıyor. İlki 1980 başlayan ve 1983’te biten İpler. Çok yoğun ve uzun bir çalışmanın neticesinde tam yılbaşı gecesi bitmişti. 11 dakikalık bir filmdi ve gece gündüz başka hiç bir işle uğraşmadan bitirdik. İlk olarak Cemal bir fikirle geldi ancak o fikri Paris’te öğrencilik yaparken üzerinde ufak ufak çalışmalar yapsak da  Fransa’da kültür bakanlığının bir kolu olan Ulusal Sinema Merkezi’nden (CNC) sponsorluk alana kadar beklettik. O sponsorluğu almak da elbette zor bir süreçti. Ancak 15 kişilik jüriden iyi bir bütçe ile geçirmeyi başardık. İpler konu olarak bir bireyin durumunu ele alıyor. Bir iç hesaplaşmanın psikanalitik analizi de denebilir. Çıkış noktası, çıkışı olmayan bir odada bir adam uyumadan bir ipi tutarak yaşamak zorunda kalsa ve o odada ondan başka tek canlı bir sinek, yarı canlı bir yaprak olsa neler yaşanırdı sorusuydu. O adamın, o çıkışsız durumdaki mücadelesinin öyküsü. Bir diğer film Haset’te ise mücadele kavramı kişinin kendiyle giriştiği iç mücadele şeklinde ele alınıyor. Bakanı Kutlarken filminde ise bir mekanizmanın, sistemin psikanalitik analizci bir yaklaşımla ele alındığını söyleyebiliriz. O filmde aslında sistemdeki absürd ve saçma olanın peşindeyiz ve hiciv yapıyoruz. Üç filmde de bazı görsel elemanlar ve ifadeler tekrarlanıyor, ayna, maskeler, kapılar, yüzsüz insanlar, fırlatma tekrar ediyor. Satranç ve Sezen Aksu için yaptığımız müzik klibi Kalaşnikof’ta da bu tekrarlar var.

Üretim sürecinizi ve bir ikili olarak ekip çalışmanızı nasıl yürüttüğünüzü anlatabilir misiniz?

ME: Biz Cemal’le daha akademi de okurken birlikte bakmaya, görmeye ve düşünmeye başlamıştık zaten.  İkimiz de biçim üzerine çalıştığımız için birimizin önerdiği şeyi beraber kritik ederek ortak sonuçlara varıyorduk. Her aşamada bu beraberlik devam etti. Elbette ikimizin de kendimize has bir yakaşımı ve çizgisi var. Ancak sürecin en başında kararları beraber verdiğimiz için ortak bir stille, karakterlerle devam ediyorduk. Zaten kalabalık ekipli animasyon çalışmalarında da süreç benzerdir. 65 KV ve Kedi filmleri bizim kişisel projelerimizdir ve oradaki kararlar sadece bize aittir.

CE: Bazı ortak noktalarımız vardı. Ortak beğendiğimiz ressamlar gibi. Goya, Brüegel, Magritte, Velazques. Bunları beğenme sebeplerimiz de uyuşuyordu. Mesela Goya’nın portrelerini değil de Kaprisler ve Savaşın Felaketlerini beğeniyorduk. Oradaki fikirler için beğeniyorduk. Magritte’te eleştirel yaklaşımı etkileyici buluyorduk. Bürokrasi, insan yanılgıları üzerine yaklaşımlarını. Brüegel’in topluma bakışında çağdaşlarından çok farklı bir yan vardır. Sinemada da Jean Vigo, Bunuel, Orson Welles’i, animasyonda genelde doğu avrupalı sanatçıları, özellikle Polonyalı afişçi Jan Lenica’yı etkileyici bulurduk. Lenica grafik tasarımdaki tavrını animasyonlarına da yansıtabilmiştir. Sadece beğenimiz değil beğeni ve etkilenme sebeplerimiz de benzeşiyordu. Sanıyorum Son Kare sergisindeki en büyük ortak yan fikirlerdir.

Animasyonlarınızdaki fikirlerin bugün hala geçerli olduğunu düşünüyor musunuz?

ME: Bizim animasyonlarımız belli bir zaman ve mekana ait değiller. Fikirler devam ediyor.

Peki siz yaratıcı bir işe bakarken içeriğe, fikre mi daha çok önem veriyorsunuz?

CE: Hayır bütüne bakıyoruz. Ancak içeriğin biçimi yönlendirdiğini düşünüyorum. Bizim ticari işlerimizde içeriğe göre tarzımızın değiştiğini gözlemleyebilirsiniz. Renault için yaptığımız TV spotlarında daha hafif, renkli ve kolay anlaşılır bir biçim tercihi vardır. Doğaldan içeriğe bağlantılı olarak oluşmuştur bu. Ancak kişisel işlerimizde anlaşılırlığa çok önem vermedik. Acı hicivler, soyutlamalar yaptık.

ME: Biçim de içerik haline gelebiliyor. Bir araştırmada da, bir tavırda da üzerine fikir inşa edilebilir bir yan vardır. Biçim ve içeriği birbirinden ayırmak zor. Aslında yaratıcı süreç bu bir serüven. Her adımda bir keşif var.

Son kare ismi animasyon maceranızın bittiği izlenimini uyandırıyor. Neden Son Kare?

Meral Erez: Animasyon kare kare çizilerek oluşuyor. 34 senedir lüks ve biraz da çılgınca olmasına rağmen tek tek kareleri çizerek filmler yaptık. Yapmış olduğumuz filmlerden mennunuz ancak artık bir kareyi binlerce kere çizmekten yorulduk. Kısa metrajlı ve daha sanatsal filmler yaptığımız için de az sayıda ve kısıtlı şartlarda izleyiciye ulaştıkları için para kazanamadık. Tuale içimizi dökmek resme ya da gerçek aktörlü filmlere yönelmek istiyoruz. Çizgi filmi bırakıyoruz. Bu yüzden son kare.

Verdiğiniz bu kararla ilgili nasıl bir tepki aldınız?

ME: Kimse bize inanmadı. Aslında son çizgi filmimiz Satranç’ın hemen ardından çok yoğun bir çalışma sürecinden çıktığımız için bir öfke kararı olarak da algılandı. Ancak bu sefer çok bilinçli bir karar. Yapmak istediklerimizi bu alanda yaptığımızı düşünüyoruz. Bunu da keyifle söylüyorum. Bu alanda misyonumuzu tamamladık.

Acaba yurtdışında yaşasaydınız, farklı koşullar olsaydı kararınız farklı olur muydu?

ME: Aslında yurtdışında yaşıyor gibiyiz. Zaten Paris’te aldığımız bir karadı. Bu işi yapanların çoğunun aslında başka işleri de vardır. Para kazandıkları başka bir alan. Ancak çizgifilm hep bizim asıl işimiz oldu. Bu sebeple de epey zorluk çektik. Çizgi film zaten çok zor bir alan. Amerika, Japonya, Kore’de çizgi film uzun metraj ve dizi film anlamında bir endüstrisi var, bu başlı başına bir iş. Ancak bizim yaptığımız bundan da farklı. Biz kitleleri göze almadan kendi istediğimizi, kendi düşlediğimizi yapmak, kendi filmsel problemlerimizi çözmek, kendi film dilimizi oluşturmak istedik. Ancak bunların hepsi çok zordu. Bizimki hep bir arayıştı. Başka bir iş de yapmıyorduk. Bu çözümlemeler büyük bir birikim yarattı elbette. Ancak endüstri olmayışı ve yaptığımız işin yapısından dolayı devam etmeye ya da yaptığımızı tekrara gerek yok. Yurtdışında, en entellektüel çevreler bile yaptığımızı işin çocuklar için yapıldığını düşünüyorlar ilk olarak. Bizimkiler de çizilerek yapılmış filmler, doğru ancak öyle çizgi film değiller.

“Meral-Cemal Erez: Son Karenin Hikayesi”, Altyazı, Haziran, sf: 52-53. 

Bu site, reCAPTCHA ile korunur; Google Gizlilik Politikası ve Hizmet Koşulları geçerlidir.

Animasyonun Kadınları
İstanbul, TR