Animasyonun Kadınları

Nermin Er

Karakter Tasarımcısı, Yönetmen, Kurucu

27.03.2017

İstanbul’da, Feriköy son durakta, Eylül 1972’de doğdum ve büyüdüm. Son derece orta halli bir ailenin 4 kızından üç numarayım 🙂 Büyük bahçeli, küçük bir evimiz vardı, benim neredeyse hayatımı oluşturan tüm oyunlarımı kurgulayıp oynadığım bir yerdi. Kendi dünyası olan, sessiz ve içe dönük bir çocuktum. Kağıtları kesip mekanlar ve karakterler yapıyordum. aynı zamanda dal parçalarından, taslardan, mumlardan figürler yontuyorum oyun oynuyordum 🙂 

Animasyona ilginiz ne şekilde başladı? Sizin için ne ifade ediyor ve bu mecrayı neden seçtiniz? Etkilendiğiniz, size hocalık yapan isimler oldu mu?

Biraz daha büyüyünce kırtasiyede kil diye bişey gördüm ilk biriktirdiğim parayla, iki küçük mum büyüklüğünde kil aldım, onlarla figürler yaptım, hikayeler uydurdum. Bu şekilde geçirdim bütün çocukluğumu, sonraları elime geçen tüm harçlıklarla kartonlar boyalar ve killer alarak sahneler kurgulamaya çalışıyorum. ilk hatırladığım zamanlar 5-6 yaşlarıma denk gelir sanırım 🙂 Yaptığım şeyin animasyon hazırlığı olduğunu bilmiyordum, sadece oyundu benim için ama bir şekilde yaptığım şeyi kaydetmek ve duvara yansıtmak istiyordum, ama nasıl? Kutuları kesiyor, kare delikler acıyor ve el feneriyle duvara yansıtıyordum, gördüğüm şey sadece kare bir ışıktı ama ben orada , kurguladığım karakterlerin hikayelerini hayal ediyordum. TRT’nin siyah beyaz yayın yaptığı yıllara denk gelen çocukluğum boyunca bana çok büyülü gelen bir şeydi yayınları izlemek. Bir gün televizyonda kısacık siyah beyaz bir çamur animasyon gördüm. kilitlendim, tam benim oyunlarım gibiydi. Bu işi yapacağım ben dedim. daha neler yapılabilir kim bilir diye çok heyecanlanmıştım.çevremde neredeyse üniversite mezunu bile yoktu ve bunu kimseyle tam olarak paylaşamıyorum ama annem ve babam benim eğilimlerimin farkındalardı ve uzun uzun oyunlar oynamama destek oluyorlardı (ikisini de sevgiyle anıyorum). Okul da çok parlak bir öğrenci olmadım hiçbir zaman , hele ilk ve ortaokul yıllarında felakettim 🙂 içe dönüktüm, derslerden sıkılıyordum (fen ve resim dersi hariç, sanırım sanatla uğraşmasam bilimde ilerlemek isterdim, aynı iştahla heyecanlandığım bir yol hala) bir yandan resim ve heykel temelini kendimde attığımı fark etmeden hep çok çalışıyordum bu konularda.

Lise de meslek lisesini seçtim, Maçka Meslek Lisesi boya dekorasyon bölümü. bir sürü atölye dersi vardı orada ve aynı zamanda hayata erken hazırlanan çocukların yeriydi, haftada iki gün okula gidip, üç gün okulun sizin için bulduğu yerlerde çalışıyordunuz. Küçük bir grafik bürosunda çalışmaya başladım, çalıştığım yerde M.S.Ü. Güzel Sanatlarda resim eğitimi gören biri vardı bu sayede heykel bölümüne gidersem , animasyon yapabilirim diye düşünmeye basladım. hep aklım üç boyutlu animasyona çalışıyordu çünkü evimizin bahçesinde kurguladığım kompozisyonlar böyleydi. Çok tuhaf ve içgüdüsel olarak bu konuda kendi kendime düşünmeye başlamıştım, (yasım çıkıyor  ama :)) benim çocukluğum ve gençliğime denk gelen yıllarda internet yoktu 🙂 çizgi romanlar ve TRT’nin biz türkiyeli izleyicisi için seçtiği ne varsa onları izleyerek büyüdüm ben de. ablamların arada bir aldığı milliyet cocuk dergisinin orta fasikülündeki çizgi romana saatlerce bakıp, onun animasyon olmasını hayal ederdim 🙂 sonra üniversiteye girme zamanı gelmeye başlamıştı ve benim hazırlık kurslarına gidecek param yoktu 🙂 kursa gidebilen arkadaşlarımın çizimlerine bakıp , sonra onu kafama kazıyıp (çizimleri ödünç alamıyordum çünkü onlara da lazımdı) eve gelip çizmeye çalışıyordum. bu şekilde hazırlandığım güzel sanatlar sınavını kazandım ve heykel bölümüne girdim. Tabi ki çok mutluydum, tam olarak istediğim şeyi yapmaya başlamıştım. üniversite yıllarında, aynı anda çok fazla işte çalışıyordum para kazanmak için, anahtarlık boyamak, mektup zarflama şirketleri gibi vasıfsız işlerden, mizah dergilerinde karikatür çizmek gibi çook severek yaptığım işler dahil. Yaptıgım her işten çok şey öğrendim, çok işime yaradılar. bu arada dünya değişmiş çok kanallı televizyonlar başlamış, sinemalara animasyonlar gelmeye başlamıştı. yazılı kaynaklarda artmıştı, dergiler, çizgi romanlar, besleniyordum. kendi kendime bazı çamur karakterlerle testler yapmaya çalışıyordum ama teknik konularda çok yetersiz ve bilgisizdim.

Bir yandan okuduğum bölüm olan heykel de beni çok heyecanlandırıyor, eskiden sadece set üretimi malzemem olan kağıtla, üç boyutlu ve kendi öznesini oluşturan çalışmalar da yapmaya başlamıştım. hayatımda hep olan kağıt da kendi içinde dönüşmeye ve gelişmeye başlamıştı. Daha sonra heykel den arkadaşlarımın da animasyon yapma denemeleri olduğunu öğrendim, Eren Akay ve Mehmet Kurtuluş. Tarlabaşı’ndaki atölyelerinde denemeler yapıyorlardı, mekanları ve imkanları benimkinden iyiydi, onlara katılmak istedim, aslında birlikte oynamak 🙂 Henüz mezun değilken animasyon kareleri, sekansları üretmeye başlamıştık. Diğer arkadaşlarımız da bize dahil oldu, Kağan Hanoğlu, Vehbi Berksoy, Ömür Kökeş, hepimiz akademiliydik. Sonra bu eğlenceli girişim, Anima isimli animasyon stüdyosuna dönüştü (çook daha kalabalık bir ekip olundu tabi, değişen dönüşen). Mezun olduğum 1995 yılından -2011 yılına kadar, Anima’nın kurucu ortaklığında ve karakter tasarım departmanında çalıştım. o yıllardan günümüze , sayısız reklam filmi karakterleri tasarladım ve bizzat üretiminde çalıştım.sonrasında bir yandan hep devam eden sanat üretimime biraz daha fazla ağırlık verdim bunun yanı sıra arkadaşım ve yapımcı, Yonca Ertürk le beraber, 2014 yılında vizyona giren ‘Rimolar Ve Zimolar – Kasabada Barış.’ isimli, Türkiye’nin ilk kukla çocuk filmini gerçekleştirdik (filmin diğer yönetmeni İsmet Kurtuluş’un ve emeği geçen pek çok arkadaşımızın da yardımıyla).

Ne tip hikayeler anlatmayı seviyorsunuz, filmlerinizde temel bir tema ya da dert var mı? Bir filmi yapmaya, oluşumuna katkı sağlamaya sizi motive eden nedir?

Özellikle belirtmem gerekirse, ben mizah yanı güçlü işleri seviyorum. dramatik bir öykü bile anlatırken bir serin su niteliğindeki durumları çok beğeniyorum.

Kullandığınız özel bir teknik ya da stil var mı? Varsa nasıl oluştu, gelişti? Sizi en iyi ifade eden filminiz, çalışmanız?

Üç boyutlu malzemelere yakın hissediyorum kendimi ama istediğim etkiye göre bazen değişkenlik gösterebiliyor tabi. anima da çalıştığım yıllarda çok fazla karakter tasarladım, bazıları proje ile çok doğru çalıştı. Seçmek kolay değil. çok fazla sevdiğim bir iş olduğu için aslında daha özgür hissettiğim projelerdeki karakterleri daha çok seviyorum diyebilirim.

Filmlerinizde size en önemli unsur nedir? Senaryo, müzik, karakter tasarımı seslendirme, görsel dünya, …?

Film dediğimiz şeyin bir bütün olduğunu düşünüyorum, beni harekete geçiren ve ilk startı veren şey daha çok görsel durumlar ama, işin içine girince önce hikaye ve sonra onu destekleyen tüm parçaları olduğunu düşünüyorum.

Filmlerinizde ekip arkadaşlarınız kimlerden oluşuyor?  Belirli isimlerle mi çalışıyorsunuz? Ekip arkadaşı seçimlerinizi neler etkiliyor?

Şimdiye kadar bir tane film yaptım 🙂 ekibin tamamı bize inanan arkadaşlarımızdan oluşuyordu. tabi bu  ilişkilerde öncesinde birlikte yapılmış pek cok reklam filmi vs gibi çalışma tecrübelerinin katkısı büyük.

Kimler ya da neler size ilham veriyor? Favori, en sevdiğiniz animasyon filmler?

Yapılan animasyon örneklerini takip etmeye çalışıyorum elimden geldiğince. biraz ikiye bölünmüş durumdayım, bir yandan sanat üretimim tam gaz devam ediyor.anima sonrası biraz daha ağır basan yönüm sanat oldu aslında sergiler vs  bu yüzden yetişemeyip kaçırdığım animasyon gelişmeleri de oluyor. favori film seçmek zor 🙂 bunu biraz düşüneyim.

Kadın olmanızın animasyon alanında size eksi ve artıları oldu mu?

Benim kadın olmak yüzünden yaşadığım bir engel olmadı animasyon üretimim sırasında. Çok şükür 🙂

Animasyon için gerekli gördüğünüz altyapı sinema mı, grafik tasarım mı? Ya da ne? Sizce animasyon eğitiminin olmazsa olmazları neler?

Ben bu soruyu iki şekilde cevaplamak isterim, özellikle animasyon yapmayı isteyen kişinin çok iyi bir gözlemci olması şart bence. ayrıca animasyon, pek çok bileşik sanattan oluşuyor. Neyi nasıl anlattığınız çok önemli. bu sırada yerleştirdiğiniz tüm parçaların söz hakkı oluyor ve anlam ifade ediyor. Belirtmek istediğim diğer şey ise: her konuda olduğu gibi kişisel beceriler çok önemli, kendini eksiğini bulduğu konuda tamamlayabilmeye calısmak iyi olabilir, bunun için ise zaman zaman azıcık uzaklaşıp yapılan işe bakabilmek buyuk bir şans olur.

Türkiye’de animasyon sektörü var mı? Sektör ya da ortamın geçmişi ve bugününü nasıl değerlendiriyorsunuz? Farklar ya da ilerleme oldu mu? 

Türkiye’de animasyon sektörü var ama maliyetli bir iş olduğundan sınırlı üretimler gerçekleşebiliyor. Reklam filmleri vs gibi üretimler dışında, bağımsız filmleri gerçekleştirmek pek kolay olmuyor. Bu işle ilk profesyonel olarak uğraşmaya başladığım zaman ile şimdi arasında farklılıklar var tabi. Animasyon daha yaygın olmakla beraber, bazı tekniklerde (stop motion gibi) üretimlerde azalma gözlemliyorum, bu biraz üzücü. üretim tezgahı bakımından farklılıklar gerektiği için olduğunu tahmin ediyorum, sonuçta bir masa ve bilgisayar ile üretim gerçekleştirmek daha pratik, stop motion için atölye vs gerekiyor.

Türkiye ve dünyada animasyon geleceğinde neler bekliyorsunuz?

Animasyon teknolojilerini dünya teknolojilerinin gelişim sürecinden bağımsız düşünmek çok doğru olmaz sanki. buna paralel olarak sürekli gelişecek bir teknikten bahsediyoruz diyebiliriz. Aynı şekilde ekonomi de animasyon sektörünü çok etkileyen bir parcası işin, güçlü kurumların, hükümetlerin politikalarının devamı gibi. Ama bana öyle geliyor ki, hikaye anlatmanın yollarından biri, en etkili yollarından biri olan animasyonun, biraz daha deneysel girişimlere açık, parlak bir geleceği olacak.